0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

23. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

23. "CEZAEVİ."

Deren'in aklımdan çıkmayan o bakışı, ihanetimden geriye kalan tek şeydi.

Bir şey daha vardı ihanetimden geriye ikimize de kalan. Ama bunu ne o ne de ben yüksek sesle söyleyecektik.

İleriye attığım her adımda vücudumu büyük bir ağrı karşılıyordu. Bileğimi tutan kelepçeler o kadar sıkıydı ki, ruhumu Karina'ya bağlayan duygularımı yansıtıyordu sanki. Hatta ruhen ve kalben, bu kelepçelerin bana bağlı olduğundan daha bağlıydım Karina'ya. Ve her şeyimi, onun masumiyetinin karşılığını almak için yapmıştım.

Ama kimseye anlatamıyordum. Benim herkesten daha çok acı çektiğimi söyleyemiyordum.

Çünkü Leila kimliğimin ortaya çıkışıyla beraber o hastaneye girmekten korkuyordum.

Cezaevinin büyük kapılarından içeriye, yanımda iki polisle beraber girdim ve gözlerim bomboş etrafıma bakarken iki tane üniformalı görevlinin yaklaştığını gördüm. Yanımdaki polis elindeki evrakları gösterdi ve beni bu üniformalı cezaevi yetkililerine teslim etti. Kollarıma giren birisi kadın, birisi erkek görevliyle beraber binanın kapısına ilerledim. Basamakları çıktığımızda görevliler kapıyı ardına kadar açtı ve binanın girişinde beni sessizlik karşıladı. Önümde açılan upuzun, sessiz, yüksek tavanlı koridora bakarken, "Buradan," dedi kolumdaki memur.

Gerçekten tutukluydum.

Cezaevindeydim.

Yanağımdaki sızıyla beraber memurun tarif ettiği yere ilerledim ve bir basık, güneş ışığını almayan odaya geçtik. Dört duvardan oluşan bu odada bir görevli vardı. Memurlar kollarımdan çıktı ve odada bulunan görevli bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda sert yüz hatlarının ve katı bakışlarının, kalan biraz algımla farkına vardım. Kapının önündeki memurlara bir bakış atarak, "Çıkın," dedi ve akabinde bana döndü.

O polis memurları, kelepçenin anahtarını vererek çıkınca bu üniformalı kadınla kaldım. Ellerini uzattığını fark edince istemsizce geriledim ama bileğimdeki kelepçeyi çözünce hoşlanmadığım bir aşamadan geçmek üzere olduğumu anladım. Dişlerimi sıkarak bileklerimi ovuşturmaya başladığımda, görevli kadın bir adım kadar gerileyip, "Üzerini çıkart," dedi.

İtiraz etmek herkesle daha fazla muhatap olacağım anlamına geleceği için ses çıkarmadan bana söyleneni yaptım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkardım ve çamaşırlarımla kaldığımda memur tekrar yaklaşıp vücudumu kontrol etti. Ellerini sutyenimin içinde, bacak aramda, ensemde, saçlarımın diplerinde dolaştırıp hiçbir şey taşımadığımdan emin olunca uzaklaştı. Yere düşen kıyafetlerimi alıp ceplerini kontrol etti. İçi neredeyse boş olan cüzdanımı, birkaç sigarayı, çakmağı ve en önemlisi Deren'in koparttığı kolyeyi ceplerimden alıp masaya koydu. "Giyinebilirsin," dedi ardından.

Yerdeki kıyafetlerimi alıp titreyen ellerimle üzerime geçirirken utançtan yanaklarım yanıyordu. Bu kadar fazla aşağılanma üst üste geldiği için tahammülüm bitmişti. Siyah şortumun düğmesini iliklerken, memur bana bir daha yaklaşıp ansızın bileğimden tuttu. Ben daha kaşlarımı çatacak vakti ancak bulurken de bileğimdeki kurdeleyi çözmeye başladı. Gözlerimi kocaman açıp kendimi geri atmaya çalıştığımda, bileğimi daha sıkı kavrayıp, "Bunu da çıkarmamız gerekiyor," dedi.

Karina'nın kurdelesini sıkıca tutup, "Olmaz," diye bağırdım. "Bu yalnız kumaş, ne zararı olabilir ki benimle kalmasının!"

"Aksesuar sayılıyor, yönetmelik gereği almam gerekecek." İki eliyle birlikte daha kuvvetli davranıp kurdelenin düğümünü çözdüğünde, kolumu çekmeye çalışarak, "İstemiyorum!" dedim yüksek sesle. "O benimle kalacak, yanımdan ayıramam!"

"Çok istiyorsan müdürle konuşursun ama şimdi almam gerekiyor, işim bu benim!" Yüzüme doğru ses yükseltip kurdeleyi çözerken, bir diğer elimi kullanarak omzundan ittim ve anında bir engelle karşılaştım. Üniformalı görevli silahını emniyet kemerinden çıkardığı gibi suratıma doğrulttu ve öfkeyle gözlerime bakarken, "Buraya bakın," diye seslendi dışarıya.

Anında kapı açıldı ve cezaevi polislerinden birisi içeriye girdi. Sıkıca tuttuğum kurdeleyle beraber duvarın köşesine yaslanmış, kafamı iki yana sallıyorken, "Kelepçesini tak," dedi silahı tutan kadın. "Bileğindeki aksesuarı çözüp kelepçesini tak ve koğuşuna götür."

Bu kadar silahlı insanla baş edemeyeceğimi biliyordum ama içgüdüsel olarak karşı koyuyordum. Polis masadan aldığı kelepçeyle yaklaşıp bileklerimi tuttuğunda, "Lütfen," dedim daha nazik olmayı deneyerek. "O sadece kumaş, hiç kimseye bir zararı olmaz. Benim için çok değerli, yanımda kalmasını istiyorum."

"Merak etmeyin, yakınınıza teslim edilir," dedi ve düğümü çözülen kurdeleyi çekip aldı.

Ellerim tekrar kurdeleye uzansa da polis onu arkasındaki kadına uzattı ve tuttuğu bileklerimi kelepçenin içine aldı. Kelepçe kapanırken gözlerim hâlâ kızımın kurdelesindeydi. Elinde silah olan görevli kurdeleyi diğer eşyalarımın yanına fırlattı ve yanımdaki polis beni odadan çıkarırken, istemsizce öfkeli nefesler aldım. Kızımın her şeyinden, her zerresinden uzaklaştırılıyordum. Kurdelesine bile sahip çıkamıyordum.

Kapı kapanınca başımı çevirdim ve üst kata çıkarken bileğimdeki boşluğa hayal kırıklığıyla baktım. Kendimin hayal kırıklığıydım. Karina'nın hayal kırıklığıydım. Ailemin hayal kırıklığıydım. Utku'nun hayal kırıklığıydım. Deren'in... hayal kırıklığıydım.

Dördüncü kata ulaştığımızda karanlık, basık koridor sonuna dek ilerledik. Kolumdan çıkan bir memur koğuşun kapısını açtı beni içeriye çekti. Gelen konuşma seslerinin kesilmesiyle beraber başımı kaldırıp koğuşa baktım. İçeride yalnız kadın mahkûmlar vardı ve çok az güneş alan, küçük pencereli, geniş bir koğuştu. Gözlerim etrafı taradığında altı tane ranza olduğunu fark ettim ve memur kolumdan çıkıp kapıya gerilerken, mahkûmların süzen bakışlarını üzerimde hissettim. 

"Burası azılı bir koğuş," dedi bileğime uzanıp kelepçeyi çıkaran polis. "Dikkatli ol."

Benden uzaklaştı ve diğer memurla beraber kapıyı kapatarak çıktı. Koğuşta yankı yapan sesten sonra kızarık, acı içindeki bileklerime bakıp yavaşça ilerledim. Mahkûmlarla ilgilenmeden boş yataklara baktım ve üstü hiç bozulmamış yatağı görünce oraya yöneldim. Sol tarafta, ilk sırada kalan ranzanın alt kısmına oturduğumda hâlâ sessizlik vardı ve hepsinin gözü üstümdeydi.

En azılı koğuşta olmamın sebebi olmalıydı.

Edip Akşın.

"Seni haberlerde görmüştük," diyen bir ses arkamdan geldi ama dönüp bakma gereği duymadım. Örtüsü çok temiz olmayan yatağın demirine bakıyordum. "Çocuk kaçırmışsın. Ailen mafyaymış, doğru mu?"

Ses tonu kabaydı, bu istemsizce gözlerimin önünde bir yüz profili oluşturdu. "Yabancıymışsın da üstelik. Türkçe biliyor musun?"

Hiçbirisinin yüzüne bakmadan cevapsız bıraktım ve oluşan kısa sessizlikten sonra başkası, "Kızın annesi seni dövüyordu," dedi. "Canlı yayında gördük."

Kafamı biraz kaldırıp bakınca bir dolabın üstündeki tüplü televizyonu gördüm. Küçük, eski bir şeydi. Muhtemelen hepsi uzun yıllardır burada olduğu için yayın sağlanmıştı. Nalan'ın beni dövdüğünü herkesin izlemesi gururumu kırdı ama o kadar acı çekiyordum ki, gururumla bile ilgilenemedim.

"Hep sessiz misindir?" dedi birisi ve bunun üstümdeki ranzadan geldiğini anladım. Yirmili yaşlarında görünen bir kız yukarıdan sarkmış, bana bakıyordu. "Belanı sikeyim."

Ettiği küfre karşı sessizlik duvarım biraz bile kırılmadı ve mahkûmların birkaçı güldü. Sonra üst ranzamdan sarkan kız kafasını iki yana salladı. "Küfrettim ama anlamadın galiba. Bence Türkçe bilmiyor."

Bunu komik bulan aptallarla konuşmak istemeyip vücudumu demirden oluşan ranzaya bıraktım. Bacaklarımı kendime çekip elimi de yanağımın altına koydum ve vücudumun her bir zerresi ağrırken, gözyaşlarımı tutmak için dayandım. 

"Boş ver, yakında alışır," dedi mahkûmlardan birisi. "Başka çaresi yok."

Bana olan ilgilerinin sonuna geldikleri için rahatlayıp gözlerimi kapattım. Burada olduğuma inanamıyordum. Deren, ülkeden kaçmamam, bedel ödemem için elinden geleni yapmıştı. Şimdi acı çektiğim için çok mutlu olmuştur, tadını çıkarıyordur, huzura kavuşmuştur. Benim acıdan nefes alamadığım her saniye o derin bir nefes alıyordur.

Ya onun acıdan nefes alamadığı saniyeler, diye fısıldadı içsesim beni ürperterek.

Gerçekten Nil'in tecavüze uğradığını düşündüğü zamanlar olduğunu söylemişti.

Ona bunu düşündüren bendim. Ve tabii ki o da şimdi acı çekmemden zevk alırdı.

Ama neden... Ben sadece kendime soruyorum bu neden böylesine derinden yaralıyor diye.

Bir daha ona hiç sarılamayacağımı düşünüyordum mesela ve bunca yıkıntının arasında bunu düşündüğüm için sinirleniyordum.

O beni öldürmeyi istiyordu ama ben şimdi bile ona sarılmayı düşlüyordum.

🎠

Utku Ateş.[SE1] 

O zalim, abimi yakıp yıktı.

Cennette miyim cehennemde miyim anlamadığım üç gün olmuştu. Bugün, abimin Nil'i bulmasının üstünden geçen üçüncü günün akşamıydı. Birkaç gündür aralıklarla yağan yağmur az önce tekrardan başlamıştı. Nil'in odasından kıyafet alırken şimdi burada olsa yağmurdan ne kadar ürkeceğini düşünüp gülümsedim. Yağmurun yağdığı zamanlar ya benimle ya da abimle sarılıp uyurdu.

Nil için aldığım kıyafetlerle beraber onun odasından ışığı söndürerek çıktım ve aşağıya indim. Abim, Nil ve diğerleriyle birlikte hastanedeydi. Aslında emniyette sorgusu alındıktan sonra eve geçecektik ama orada çok ağlamıştı, Nalan'ın Karmen'i dövdüğünü gördükten sonra bir türlü susmamıştı. Abim de endişelendiği için hastaneye götürmüştü, bu sırada biraz ateşlenmişti ve onunla konuşan pedagog psikolojisinin iyiye gitmediğini onaylamıştı.

Nalan'ın Karmen'i dövdüğünü görmek onu dehşete sürüklemişti.

Şaşkındı, neler olduğunu anlamıyordu.

Abim, Nil'in yanından ayrılamadığı için eve kıyafet almaya beni yollamıştı. Açıkçası ben de Nil'in yanından ayrılmayı istemiyordum ama abimin dediği her şeyi eksiksiz yerine getiriyordum. Onu üzmek, baş belası olmak, sinirlerini daha da bozmak istemiyordum. Zaten kendisine inanmadığım için pişmandım.

Her şeyi aldığımdan emin olarak çıkmak için sokak kapısını açtım ve karanlıkta parlayan şeyi görüp geriye sıçradım. Kapının önünde duran Ece, zili çalmak üzere kaldırdığı elini indirip çekingen şekilde bana bakarken sertçe yutkunarak kurumuş dudaklarımı yaladım. "Merhaba Ece."

"Selam," dedi yumuşak sesiyle ve ellerini önünde birleştirip kaçamak şekilde gözlerime baktı. Masumiyetinin farkında olmadığını biliyordum ve benden saklamaya çalıştığı duygularını o kaçamak bakışlarında görüyordum. "Ben haberleri takip ettiğim için olanları öğrendim. Nil'in bulunmasına çok sevindim, inanmazsın ama mutluluktan ağladım. Sonra... Onu kimin kaçırdığını öğrenince... şok oldum, hâlâ inanamıyorum. Karmen abla... Bunca zamandır Nil onunla mıydı?"

Öfkeden, hezeyandan dolan gözlerimi ayaklarımın ucuna indirerek ondan uzaklaştırdım. Karmen'e bu kadar inançla bağlı olmamız bizi aptal yerine koymuş gibi hissettiriyordu. "Öyleymiş.”

Bu konu hakkında konuşmayı istemediğimi anlamış gibi Karmen hakkında bir şey sormadan, "Nil," dedi tekrardan. "Nasıl? Sağlığı yerinde mi? Haberlerde çok göremedim, Deren abinin kucağındaydı hep."

Tırtılımın bir mutlu bir üzgün hallerini anımsayıp, "İyi görünüyor," dedim. "Yani... Bir yarası yok, canı yanmıyor ama bir şaşkın, anlamamış, masum masum etrafına bakıyor. Sağlık raporu çok yakında çıkacak, onu görünce emin olacağız bir şey olmadığından ama pedagog... Nil'in içten çok huzursuz olduğunu söyledi. Aralıklarla ağlıyor, anlatamadığı, kendisinin de anlamadığı bir derdi olduğunu söyledi pedagog."

"Ona kötü mü davranmışlar?" diye sordu korkarak.

"Bir şey anlatmıyor, hele o kadından hiç bahsetmiyor. Belli ki korkutmuşlar." O... Abim ve ben kendimizi parçalarken nasıl Nil'e böyle davranabilmişti? 

Ece titrek bir nefes alıp ellerini iki yanına indirdi ve sonra uzanıp ceketimin üzerinden kolumu hafifçe sıktı. Tırnakları temiz ve kısaydı, açık renkli parıltılı oje vardı. "Sen nasılsın?"

"Son birkaç gündür nasıl olduğumu soran tek kişi sen oldun," dedim ensemi kaşıyarak. Bu bir kızla konuşurken utandığımda yaptığım, engel olamadığım bir hareketti. Kendime sinir olarak elimi hemen indirdim.

"Herkes en çok merak ettiğine sorar bunu."

Cesaretinden dolayı irkilip gözlerimi yukarıya kaldırdım ve bu kez onun kaçırdığı bakışlarını kenarından yakaladım. Yüzünü buruşturmuştu, bunu ya ağzından kaçırdığı ya da utandığı için yapmıştı. "Seninle çok az şey paylaştık, neden benden hoşlanıyorsun Ece?"

Böyle bir soru almayı beklemediği için açık renkli kaşlarını çatıp gözlerime baktı. "Bilmiyorum. Seni ilk gördüğümden beri böyleyim. Sana karşı daha farklıyım."

Özel hissetmemek için direndim ama o an Ece için özel birisi olmak inanılmaz yoğun hissettirdi. Sanırım bu yüzden ona yakınlaştım. Evden çıkıp kapıyı kapattığımda aramızda bir karış mesafe kalmıştı ve bir şey söyleyeceğimi umduğundan dudaklarıma bakıyordu. "Gözlerime bile bakamıyorsun ama bana neler söylüyorsun," dedim.

Gözleri dudaklarımı takip ettikten sonra işittiklerimi duyup omuz silkti. "Hoşlanmadığım birisi bana bakınca çok rahatsız olurum ben. O yüzden seni rahatsız etmek istemiyorum. Ara ara çocuklaşıyorum ama bir şeyin farkındayım, ben senden hoşlanıyorum diye sen de benden hoşlanamazsın."

Genç yaşına rağmen gösterdiği olgunluk bana garip hissettirdi. Bir anda her şey hakkında bu kadar olgun mu diye merak ettim. Düşüncelerini, yaşam tarzını, nelerden hoşlandığını... Bakışlarımı hemen örtüp, "Rahatsız olmuyorum," diye itiraf ettim.

"Kabalık etmemek için böyle diyorsun."

"Rahatsız olmuyorum," diye yineledim.

"Herhalde gözlerimle seni yememi istiyorsun?"

Üzerine doğru bir adım gittim ve o da yolumdan çekilmek için gerilediğinde, aniden kolundan tuttum onu. Haliyle garipseyip temas halindeki uzuvlarımıza bakarken, "Eve gitmeliyim," dedi. Islanıyordu, iki taraftan ördüğü saçları yüzüne yapışmıştı. "Birkaç dakikalığına ayrıldım evden, annem fark etmeden döneyim. Doğrusu saçlarım ıslandı, anlayabilir. Hemen bir havluyla kuru..."

"Arkadaş olalım," dedim, onu tekrar görebilmek için.

Kıkırdadı, sanki şaka yapmışım gibi gülüyordu. "Neden?"

"Sen, hoşlandığın için benimle vakit geçirmek istiyorsun, ben de seninle arkadaşlık etmek istediğim için."

Gülmeyi kesip ciddileşti, bu kez anlamayarak bakıyordu. "Arkadaşlık mı etmek istiyorsun benimle?"

"Evet," diyerek deri ceketimin cebine uzandım ve telefonumu çıkardım. Ona bir adım daha yaklaşınca serin, yağmurlu havada üzerinden gelen tatlı parfümünü duyumsadım. "Numaranı yaz."

Uzattığım telefona elini yaklaştırdı. "Sen ciddisin?"

"Evet," dedim hemen. "Hadi, geç kaldım, acelem var."

Bir anda sitemli baktı. "Bana ayıracak birkaç dakikan yok mu yani?"

Günler sonra ilk kez sırıttım. "Arkadaş olursak var."

Telefonu almadan önce elini koluma sertçe vurup burnunu kırıştırdı ve hemen açtığım ekrana numarasını yazıp adını soyadıyla kaydetti. Ece Güzel.

"Soyadın güzel mi?"

Telefonumu geri vererek, "Bunun hakkında espri istemiyorum," dedi.

Soyadıyla ilgili yapılabilecek tüm esprileri rafa kaldırıp telefonu cebime koydum. Bir an çaldırmayı düşündüm ama sahte numara verecek hali yoktu. Evlerine doğru bir bakış attıktan sonra gitmek üzere arkasını döndü ama onu bir daha kolundan yakaladım. Kendime çevirdiğimde ıslak saçı yüzüne düştü, ona farklı bir noktadan bakmamı sağlayan titrek soluğuyla o saçı üfledi. Dudaklarımı yanağına bastırıp onu, evlerinden görünmeyeceği şekilde gizlice öperken, "Görüşürüz arkadaşım," dedim.

"N’aptın?" dedi şaşırıp uzaklaşırken. Heyecanla nefes alırken elini bir saniye için yanağına götürdü ve sonra hızla arkasını dönüp evlerine koştu.

Sanırım utandı...

Evlerine girmesini bekledim ve odasının ışığı yandığında bahçeden çıktım. Abimin buraya gelmem için verdiği arabaya atlayıp hastaneye sürdüm. Silecekler süratle çalışırken geldiğimden daha kısa sürede hastaneye döndüm. İki kat yukarıya çıkacaktım, oradaki odadaydılar. Asansörden inip odaya yürürken koridorda oturan Derya'yı gördüm. Garip şekilde tüm bu olaylar sırasında oldukça sessiz ve uzaktan bir seyirciydi. Zaman zaman abime olan alaycı bakışlarını yakalıyordum ama abim daha fazla saçmalıkla uğraşmasın diye kendimi zorlayıp sessiz kalıyordum.

"Sana da merhaba," dedi ben yanından, onu hiç siklemeden geçince.

Suratına ortaparmağını gösterdim ve sahte şok olmuş yüz ifadesine göz devirip kapıyı sessizce açtım. İçeriye yürüdüğümde Nil'i abimin kucağında buldum. Nalan da onların karşısındaki koltukta oturmuş, Nil ile abimi izliyordu. Torbayı yatağın üstüne koyduğumda, "Hoş geldin," dedi Nalan, bana gülümseyerek.

"Hoş buldum," dedim kuru bir sesle ve abimin yanına yürüdüm. İkili hastane koltuğundaydı, gözleri yalnızca kızını görüyordu. Nil onun göğsünden başını kaldırıp bana bakarken yüzünde herhangi bir gülümseme görmemek beni kırdı. Altdudağını sarkıtıyordu. "Amca, uyandım sen yanımda yoktun! Ya beni götürseley n'olacaktı?"

Bu söylediği beni olduğu kadar abimi de rahatsız etti. Nil'i göğsüne daha sıkı çekerek, "Ben buradaydım ya bebeğim," dedi, acı çektiği belli olan sesiyle. "Yanından hiç ayrılmadım Nil. Kimse seni gelip alamaz, hâlâ korkuyor musun?"

Nil başını aşağı yukarıya salladı. "Sizi yine özleyim diye korkuyorum baba." Başını çevirip onu üzgünce izleyen Nalan'a ürkek bir bakış attı. "Bana da vuyacak mısın?"

Abim başını kaldırıp alev alev yanan gözlerle Nalan'a bakarken, o şok olmuş şekilde kafasını iki yana sallayarak oturduğu koltuktan kalktı. "Anneciğim, tabii ki hayır, ben sana hiç vurdum mu? Neden böyle diyorsun?"

"Ona vuydun!" dedi Nil, gözleri yaşlı şekilde. "Anne dedim hiç duymadın beni, vuyma diye bağıydım. Sen söyle baba, bağıymadım mı?"

Nalan ne diyeceğini bilemez şekilde ağzını açıp kapatırken, abim koltukta gerinerek Nil'i dizine oturttu. Onun saçlarını, yüzüne gülümseyerek düzeltirken, "Sen acıkmadın mı?" dedi konuyu değiştirerek. "Söyle babana, sana ne alsın?"

O sırada Nalan, "Nil, ben çok sinirliydim, gerçekten kötü bir şey yapmadım," dedi. "Hak etmişti o. Deden hakkında..."

"Nalan," dedi abim, yüzünü ona kaldırdığında az önce hiç gülümsememiş gibi katıydı yüzü. "Ben kızımın yanında sinirlerime sahip çıkabiliyorsam, sen de çıkacaktın!"

Nalan sinirli şekilde gülerek kollarını göğsünde kavuşturdu. "Senin yapman gerekeni yaptım, farkında mısın?"

Abim dişleri arasından, "Çık!" dedi aniden ona. Emniyetteki olaydan beri Nalan'a sabrı kalmamış gibiydi. "Neyi yapmam gerektiğine sen mi karar veriyorsun? Ne zamandır?"

Nalan'ın yüzündeki hayal kırıklığı çoğaldı. "Belli ki sen çok yanlış kararlar veriyorsun, yaşadıklarımızdan sonra bu çok açık değil mi?"

Abimi, Karmen'in yanlış bir karar olması konusunda iğneliyordu.

Nalan'ın üzerine doğru bir adım gidiyordum ki Nil'in titreyen sesiyle, "Anne, baba," dediğini duydum. Ağladı ağlayacaktı.

Abim derhal Nil'e çevirdi bakışlarını ve yüzüne her şey yolundaymış gibi görünen bir gülümseme yerleştirip eğildi, burnundan sesli şekilde öptü. "Aman Nil, sen de şakadan hiç anlamıyorsun."

Nil gözyaşlarını tutmaya çalışarak, "Şaka mı yapıyoysun?" dedi, gerçek olmasından korkuyor gibi.

"Tabii ki şakalaşıyoruz," dedi Nalan hemen.

Nil emin olamayarak başını önüne eğince, abim bu kez onu yanağından öptü. "Anladım ben, sen seni sürekli öpmem için bana trip atıyorsun. Sen vallahi benim kızımsın ya, bu kadar mı çok benzersin babana?"

Nil altdudağını emip hafifçe gülümsediğinde, cebime attığım çikolataları çıkararak önüne eğildim. Ona avucumu gösterip öpücük atarken, "Bak," dedim hevesle. "Sana çikolata almıştım, onları getirdim."

Çikolataya zaafı olduğu için heyecanlandı ve tam elime uzanıyordu ki, "Önce yemek yesin, aç," diyerek araya girdi Nalan.

Nil elini geriye çektiğinde kafamı biraz çevirip Nalan'a doğru bıkkınlığımı yansıtan nefes verdim. "Acaba şu durumda mutlu olması daha önemli değil mi? Yemeği yine yer."

"Ama iştahı kapanır, midesi bulanır."

Sessiz kalıp çikolataları cebime koyup doğruldum ve abimin yanına oturup Nil'in burnuna fiske atarken, "Bu şekilde sevebilir miyim?" diyerek izin almak için Nalan'a imalı imalı gülümsedim.

Bana hüzünlü bir bakış atınca abim genzini temizledi ve Nil’le beraber doğruldu. Pencerenin kenarına yürüyüp perdeyi biraz çekti, Nil'e yağan yağmuru gösterirken dudakları saçlarındaydı. Nil'in bulunduğunu hazmedebilmiştim ama hâlâ bizimle olduğuna, sağlıklı olduğuna inanamıyordum. Kilo vermiş, yara almış görünmüyordu ama ruhen hasar aldığına emindim.

"Kıyafetini değiştireyim mi?" diyerek yumuşayan bir sesle abimin yanına yürüdü Nalan ve abim Nil'i ona uzattığında Nalan onu severek yatağa götürdü. Nil'i yatağa oturtup getirdiğim eşofman takımını giydirirken gözlerimi abimin üzerinde tuttum. Nil'e bakmadığı zamanlarda yalnızca boşluğa doğru, hiç konuşmadan bakıyordu. Biz konuştuğumuzda da bakmıyordu. Bazen ona sesleniyordum duymuyordu, en az üç kez seslenmem gerekiyordu.

Düşünmesini istemediğim bir şeyi düşünüyordu.

Karmen'i.

Madem gerçekten sevgili değillerdi... abim neden bu kadar çok acı çekiyordu?

Durduğu yerde terliyordu, boşluğa o kadar uzun süre bakıyordu ki kendine geldiğinde panikle etrafında Nil'i arıyordu. 

Kapı sesi duyduğumda başımı çevirmeme gerek kalmadan kimin geldiğini anladım. Derya kapıyı örterek içeriye yürüdü ve yatağa yaklaşırken, Nalan da Nil'i aşağıya indirdi. Derya Nil'in karşısında durduğunda ayağa kalktım ve yeğenimin yanına yürürken, "Merhaba," dedi Derya Nil'e. "Doğru dürüst hiç selamlaşamamıştık Nil. Bize geri döndün, ne kadar mutluyum anlatamam."

Nalan, "Dışarıda beklemeye devam etseydin," dedi bir gerginlik çıkmasından endişe duyarak

Nil gerileyip Nalan'ın bacaklarına doğru yaslandı ve bakışlarını Derya'dan kaçırarak gözleriyle etrafında bir şey aradı. Sonra benim ona yaklaştığımı görüp hızla yanıma koştu, bana yaslanarak Derya'ya sırt çevirdi. Elimi onun başına koyup, "N'oldu bebeğim?" diye sorarken Derya'ya öfkeyle bakıyordum. "Korktun mu?"

"Benden mi korkacak?" dedi Derya, gücenmiş şekilde bakarak. "Biz birbirimize bayılırız."

Küfredecektim ki, kendimi tutup nefeslendim. "Nil'den uzak dur, onun senin yüzünden kaçırıldığını unutmuş değiliz."

"Aa doğru," dedi, gözlerini sol tarafa, abime çevirerek. "Karmen almıştı onu parktan."

Abim bunu ne ara duyup yerinden hareket etti anlamadım ama bir saniye içinde önümden geçip Derya'yı üzerindeki gömleğinden tutmuştu. Nalan bir şaşkınlık sesi çıkarırken, Derya bunu bekliyormuş gibi abimin yüzüne bakıyordu. Abimin sırtı bana dönük olduğundan duygularını okumak o an mümkün değildi. Derya'yı kapıya doğru ittirirken, "Ben sana Nil'den uzak durmanı söylemiştim," dedi, çok kısık ve çok öfkeli ses tınısıyla. "Niye hâlâ buradasın Derya? Defolup gitsene! Seni kızımın yanında görmeyi istemiyorum, neyini anlamıyorsun? Nil benim kızım ve sen onu kaybettin, sana güvenmiyorum, onunla olmanı istemiyorum! Git lan git! N'apim, başka türlü mü kurtulayım senden?"

Abime Nil'in burada olduğunu hatırlatmak istedim ama müdahale edip daha fazla sinirlendirmekten kaygılıydım. Nalan yaklaşıp, "Bana kızdığın şeyi sen yapıyorsun," dedi abime, omzuna dokunarak. "Nil burada, kendine gel."

"Eminim Derya'yı dövmem Nil'in hoşuna gider," dedi abim, Derya'yı duvara doğru fırlatarak. 

"Anne Derya'yı da dövsene," dedi o sırada Nil, yüzünü oraya çevirmeye çalışarak ama eğilip onu kucağıma aldım, kendime baktırmaya çalıştım. Bu söylediğine gülmemek için zor duruyordum.

Nalan Nil'e şaşkınca bakarken abim de arkasını döndü ve Nalan'a işaretparmağını sallayarak, "Onu buradan çıkart, kızımın psikolojisini daha fazla bozmak istemiyorum," dedi.

Nil, yanımıza yürüyen abime koştu ve abim eğilip onu kucaklayarak doğruldu. Derya üstünü düzelterek arkasından abimi izlerken, Nalan huzursuzca abime bakıyordu hâlâ. "Doktor çıkış izni verdi, artık gidebiliriz."

"Ee yani?" dedi abim, Nil kollarını onun boynuna sarıp yanağından sulu sulu öperken. "Evet, kıyafetini değiştirdik, gideceğiz."

Nalan bir adım daha öne çıktı. "Nil'i ben götüreceğim."

Ben, "Yok ya," derken abim duyduğundan emin olamayarak, "Efendim?" dedi, kulağını Nalan'a dönerek. "Nil'i sen mi götüreceksin?"

Nalan Derya piçiyle kısa süreli bakıştıktan sonra, "Evet," dedi abime, kibarca. "Üç gündür bir emniyette, bir hastanedeyiz. Artık eve gitmemiz gerekiyor, onu eve götüreceğim."

Abimin olduğu yerde ilk söz bana düşmediği için kendimi tuttum. Abim Nil'in yüzündeki elini yumuşakça tutarak, "O, ben ve Utku'yla eve gidecek," dedi, kesin bir sesle. "Nil bundan sonra bizimle yaşayacak."

Bu Nalan'ı dehşete sürükledi ve korkmuş halde, "Velayeti bende," dedi.

Ee, alırız.

"Alacağım."

Nalan abimin ciddiyetinin farkında olarak, "Deren," dedi. Sesinin alt tonundaki kendine gel, uyarısını sezmiştim. "Sağlıklı düşünmüyorsun. Nil benimle yaşıyordu, öyle de devam etmeli. Henüz çok küçük."

"Şaka yaptığını söyleyeceksin değil mi? Çünkü bu söylediklerinin ciddiye alınır bir yanı yok," dedi abim, sanki o an Nil'in elini sakin kalabilmek için okşuyordu. "Siz Nil'i kaybettiniz, asla bir daha onu size emanet etmem."

Nil bakışlarını bir annesine bir babasına çevirerek masum gözleriyle bakarken, Nalan abartılı bir tepkiyle güldü. "Derya onu kazayla kaybetmiş olabilir ama uzun süre bulunamaması kimin yüzünden peki? Senin yüzünden! Körü körüne birisine inanman yüzünden! Gerçekten, senin yanında, benim yanımda olduğundan daha mı güvende olacak? Buradaki suçlu Derya değil!"

Abimin Nalan'ın söyledikleri karşısında sol gözü seğirdi ve peş peşe iki kez yutkunarak arkasını döndü, Nil’le beraber pencereye ilerleyip, "Fazla söze, izaha gerek yok," dedi ruhsuzca. "Nil benimle kalacak."

"Neden ben uzak kalıyorum ondan? Henüz özlem gideremedim bile, her an onunla olmayı istiyorum Deren.”

“Nil de beni istiyor.”

Nalan elini, sanki bağırmamak için dudaklarına bastırıp sakinleşmek için kendi etrafında döndü. "Mümkünatı yok Deren, özellikle şu günlerde Nil'den ayrılamam."

Gerilim verici bir sessizlik oluştu. Tek ses, abimin Nil'e verdiği öpücükten geldi ve ardından yeğenim Nalan'a bakarak, "Annem de bizimle gelsin," dedi.

Abim, bunu duyduğunda şefkatli gözlerini Nil'e çevirip sol gözünden öptü. "Anneni mi istiyorsun?"

Derya, Nalan'a yaklaşıp elinden tutarken, "Nalan sizinle gelemez," dedi.

Nil çekingen şekilde abimin kulağına doğru, "Annemi de özledim seni de," dedi.

Tabii isteyecekti, Nalan onu, Karmen'i döverek biraz ürkütmüş olsa da annesiydi ve haftalarca ayrı kalmıştı. Yanında uyumaya, vakit geçirmeye ihtiyacı vardı. Fakat abim ve ben de onu asla yanımızdan ayırmazdık, onu annemiz ve babamızdan bile daha çok özlemiştik. Nil için yalnızca kendimize güvenebilirdik. Bu durumda Nalan'ın bizimle gelmesinden başka seçenek kalmıyordu.

"Derya," diyerek yumuşak bir sesle kocasına dönen Nalan'ı gördüm ve göz ucuyla, rahatsızca süzdüm onları. "Bu gece Deren ve Utku ile gideyim. Dur, hemen karşı çıkma. Yalnızca Nil için bunu yapmam gerekiyor. Şu durumda ikimiz de ondan ayrılmak istemiyoruz, Nil de bizden."

Derya'nın yüzünün aldığı mor renkten zevk duydum ve açık açık sırıttım. Nalan'a bayıldığımı söyleyemezdim ama her türlü Derya'dan daha katlanılabilirdi. Başını iki yana sallayarak, "Saçmalama Nalan," dedi. "Ne diye eski kocanla aynı evde kalasın?"

"Kızım için!" Nalan bu kez kibar ve rica eden bir tavırda değildi. Uzaklaşıp kollarını göğsünde bağlamıştı. "Kaybetmeseydin o zaman onu da bunlara mecbur kalmasaydık Derya! Kızımı mı bırakayım şu durumda? Baksana, kendi ağzıyla söyledi beni istediğini!"

"Bağırmayın, Nil'i unutup duruyorsunuz," dedi abim, Nil'e dışarıdaki bir kediyi gösterirken.

Derya ellerini saçlarının arasından geçirerek arkasını döndü ve odada dört dönmeye başladı. Her zaman Nalan'ı abimden çok kıskanmıştı ve eski kocasıyla kalmasına rıza göstermemesi anlaşılabilir bir durumdu ama sikeyim yani, Derya şu durumda zerre umurumda değildi.

Abimin kucağındaki Nil’le göz göze gelip ellerimi başımın iki yanına koydum ve ona eşek taklidi yaptım. Gözlerine yansıyan ışıklı bir gülümsemeyle, "Ya Utku," dedi.

Hâlâ dört dönen Derya, "Tamam, ben de geleyim," dedi.

Abartılı şekilde göz devirdim. "Aynen gel, koyun koyuna yatarız Derya. Sevdiğin bir masal var mı? Kulağına okurum."

"Iyy," dedi Nil.

Derya önce benim sonra da Nil'in verdiği tepkiye ağzı açık şekilde bakarken, "Gerçekten saçmalıyorsun," dedi Nalan, onu elinden tutup kapıya götürürken. "Kızımın bana ihtiyacı var, şu an tek umursadığım bu."

"Yurtdışı tatillerine gittiğinde de kızının sana ihtiyacı vardı!" diye alçak sesle homurdandı Derya.

Nalan'ın şokla geriye sıçradığını gördüm. Derya'nın kendisine bunu söylediğine inanamamıştı. Abim bir kez onlara doğru, "Bağırmayı kesin," dedi ama bunu söylerken korkmaması için Nil'e bakıyordu. Fakat Nil çoktan korkmuştu, yüzü beyazlamıştı. Ağlayacağını anladığım o saniye gözlerinden yaşlar düştü ve hıçkırarak abime yaslanınca, "Yeter," dedi abim, kontrolden çıkarak. Nil'in sırtını sıvazlayarak Nalan'a cehennem gibi gözleriyle baktı. "Kocanı al çık, bu tartışmayı başka yerde yap. Nil'in travmaları varken şu yaşananlara bak!"

Nalan abime bir şey diyecekti ki, abim kapıyı gösterdi ve o da Derya'nın kolundan tutup çıktı. Kapı örtüldüğünde Nil ağlıyor ve abim hâlâ onu yatıştırmaya çalışıyordu. "Çok özür dilerim tırtılım, özür dilerim babacığım. Neler yaşattım, yaşatmaya da devam ediyorum sana böyle. Ama evimize gittiğimizde her şey yoluna girecek, beraber uyuyacağız seninle."

Nil hararetle gözyaşlarını silmeye çalıştığında yanlarına yürüdüm ve onun ellerini çekip öptüm, ben sildim yüzündeki yaşları. "Derya'yı döveyim mi Nil? Korkuttu mı seni aşkım? Sen döv de, hemen döveyim."

Burnunu çekerek, "Döv," dedi.

Derya'yı dövmek için odadan ayrılmak üzereydim ki, abim ceketimden tuttu ve beni tekrar yanlarına çekerek, "Nil'in yanında şiddet yanlısı olduğumuzu ifade edecek konuşmalar yapmanı yasaklıyorum," dedi.

Sırıtarak tırtılımın elini küçük küçük ısırdım. "Şiddet yanlısı olabilirim ama bunu konuşmayayım öyle mi?"

"Aynen," dedi abim ve Nil'in küçük elini benim suratıma vurdu sanki Nil bana tokat atıyormuş gibi.

"Amca, seni öpebiliy miyim?"

Abim alınmış gibi Nil'e baktığında, yeğenim de ona suçlulukla baktı ama yaklaştığımda beni yanağımdan öpüp, "Sadece bir tane öptüm babacığım," dedi. Abimin gözlerine tekrar o şefkatli, merhametli his yansıdı ve Nil'in küçük elinden öpüp yanağına yasladı. "Seni çok seviyorum kızım, çok."

"Ben de sizi çok seviyoyum baba!" diyerek ikimize birden kollarını doladı Nil, burnunu çeke çeke sarıldı.

Ben de onları çok seviyordum, abim ile Nil hayatta sahip olduğum, beni hayal kırıklığına uğratmayan tek insanlardı. Abim yıllar boyunca beni koruyup büyütmüştü, şimdi Nil'i de aynı şefkatle, sadece biraz daha fazla hassasiyetle büyütüyordu. Abim belki de Nil'i bu yüzden böyle iyi yetiştirebiliyordu, daha önce beni de büyüttüğü için.

Kapı açıldığında Nil'i sevmeye zorunlu bir ara vererek başımı arkama çevirdim. Nalan, yanında doktorla içeriye giriyordu. Derya'yı göremediğimde gittiğini anladım ve doktor Nil'e gülümseyerek bize yaklaştı. Abim, Nil'in korkmaması için doktor seçiminde biraz hassas davranmıştı. Kadın bize yaklaşıp, "Çıkıyor musunuz?" diye sordu.

"Evet," dedim, abim Nil'e odaklanmışken.

"Nil bu gece yanında hem beni hem babasını istedi," dedi Nalan, bize doğru yaklaşarak. Abimin omzuna dokunarak Nil'e eğildi. "Bu gece sen, baba ve ben olacağız anneciğim."

Nil ikisiyle de olmanın sevinciyle gülümserken, "Yine de bu hep böyle olacakmış gibi vaatlerde bulunmayalım," dedi doktor. "Sonradan Nil'i daha fazla hayal kırıklığına uğratır."

Abim başını sallayarak Nalan'dan uzaklaştı ve doktorun yanından geçerken, "Sağ olun," dedi kuru bir sesle.

Eşyalarımızı aldım ve Nalan’la beraber odadan ayrıldık. Abim asansöre binmişti, beni bekliyordu. Aşağıya inerken gözlerim sürekli abimdeydi. Gözlerini kapatmış, yüzünü Nil'in kafasına yaslamıştı. Sadece Nil sözkonusu olduğunda canlılık belirtileri gösteriyordu. Sanki o da olmasa öylece, saatler boyunca hiç kıpırdamadan duracaktı karşımda.

"Baba, uyuyoy musun?" diye sordu Nil, o tatlı mı tatlı sesiyle. Cidden ölürdüm bu kıza, sesinin hep bu mutlulukta çıkması için canımı bile verirdim.

"Uyuyorum Nil."

Yeğenim sesli gülünce Nalan yanımda iç geçirdi onun gülümsemesine. "Yalan söyleme baba. Uyuyorsan nasıl konuşuyoysun?"

"Uyuyorum dedim Nil."

Yeğenim tekrar gülüp aniden abimin kafasına tokat attı ve bununla beraber abim başını kaldırıp ona baktı. Nil dil çıkardı. "Bak, uyumuyorsun."

"Sen babana vurdun mu?"

Nil biraz utanmış görünerek elini ağzına kapatınca, "Seni öyle bir öperim ki, yanağın yerinden çıkar," diye korkuttu abim onu, beni ve Nalan'ı güldürerek. "Bu kadar tatlı olursan yerim bitiririm seni."

Nil'in buruk görünen mutluluğuyla asansörden çıktık. Özel hastane olduğu için abim çıkış işlemleri için karşılaşama masasına uğradı ve bu sırada Nil'i bana emanet etti. Birkaç adım gerisinden onu izledim ve Nil Nalanla konuşurken abimi bekledim. Abim, seri adımlarıyla ve karşısına çıkacak herkese çarpacakmış gibi görünerek yanımıza dönünce Nil'i hemen geri aldı. Sımsıkı sarıldı.

Ya kaybetseydik onu?

Ya bir daha sarılamasaydık.

Kim dayanırdı ki bu acıya?

Düşüncelerime ürpererek hastaneden çıktım. Nalan'ın ünlü bir gazetecinin kızı olması sebebiyle hastane önündeki gazeteciler arasından geçip öyle arabaya binmek zorunda kaldık. Şoför koltuğuna ben oturmuştum, çünkü abimi Nil'den ayıramıyorduk. Nalan da arka koltuğa, abimin yanına yerleşip yeğenimle konuşurken hastaneden uzaklaşmaya başladık.

Ya ölseydi Nil?

Neden... Neden bize bunu yapmıştı?

Madem Nil'i kaçırmıştı, abimin canını zaten böylesine yakmıştı, ardından neden onun hayatına girip bir de kandırarak, gururunu, kalbini parçalayarak can yakmıştı? Kendime hep neden diye soruyordum ama bir cevap bulamıyordum.

Bir hikâyede bir şeyler eksik gibiydi.

Kafamı âdeta acıtan neden sorularıyla evimize geldiğimizde neredeyse gece yarısı olmuştu. Abim Nil'e yağan yağmuru izletmişti ve dışarıya çıktığımızda Nil ellerini yağmura açıp gülmüştü. "Baba, sen yağmuyu seviyor musun?"

"Ben yalnızca seni seviyorum," dedi abim.

Beni? 

Hey, ben?

Evin bahçesinde yürürken Nil meraklı meraklı tanıdığı evimizin bahçesine baktı. "Annemi de seviyoy musun baba?"

Abim cevap vermeyince bir sessizlik oluştu ve sonra tekrar Nil abime sarılarak evin bahçesindeki çiçeklere baktı. "Benim çiçeğim de büyüdü mü baba?"

"O büyümedi ama yeni bir tane ekeriz tırtılım."

Evin kapısını açtığımda önce Nalan içeriye girdi. Trençkotunu portmantoya bırakıp çamur olmuş ayakkabılarını da çıkardı ve abime gergin bir bakış atarak mutfağa ilerledi. "Ben Nil için hemen bir şeyler hazırlayayım."

O mutfağa girip gözden kaybolduğunda yeğenimi abimin kucağından aldım. Abim rahatça ayakkabısını çıkarıp doğruldu ve merdiven altında bulunan lavaboya ilerledi. Salona geçtim ve Nil gözlerinde garip bir duyguyla etrafına, ait olduğu evine bakarken kucağıma doğru sığındı. Masumiyet timsali olan bu kızı kalbime bastırarak, "N'oldu Nil'im?" diye sordum.

"Ben burayı çok özledim amca," dedi.

Tabii ki özlemişti, kimbilir bunca hafta nerede, nasıl yaşamıştı. Abim vücudunda hasar olmadığını söylemişti ama ben yine de birilerinin onu dövmüş olmasından korkuyordum. Tokat atmışlarsa mesela? Onun izi geçer ama Nil'im nasıl korkmuştur, düşünemiyordum bile.

"Burayı özlediğin için mi ağlıyorsun meleğim?"

Onu, rahatça oturması için koltuğa koyduğumda gözlerini etrafında, çok kez vakit geçirdiğimiz salonda, koridorda gezdirerek suçluymuş gibi gözlerime baktı. "Hı hı. Biy de şey soracağım."

"Sor aşkım, sor amcacığım."

Koridora bir daha kaçamak bakış atarak gözlerini kırpıştırdı. "Yalan söyleysem babam beni yine bıyakır mı?"

Bu soruyu sorduğunda hissettiğim acıyı saklamam için zamana sığındım. "Nil, baban seni bırakmadı," dedim. Ona, bizim onu terk edeceğimizi düşündüren herkesten nefret ediyordum. "Baban ve amcan seni asla bırakmaz. Hem de asla. Aslanın ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Seni asla bırakmayız, bırakmadık da." Peki ya neden yalandan bahsediyordu? Nil gerçeklerle büyümüştü, yalanlarla değil. "Ama sen yine de yalan söyleme olur mu bebeğim? Yoksa anlatmak istediğin bir şey mi var?"

Koridordan gelen kapı sesini duyunca gözlerini büyüttü ve başını iki yana salladı. "Yo! Ben Kaymen'i, Kayina'yı tanımıyorum zaten." Elini hızla ağzına kapattı.

Karina mı demişti yoksa yanlış bir telaffuzda mı bulunmuştu?

"Karina mı? Kim o?"

Karmen'i tanıyorken tanımadığını söylüyordu ama bu diğeri kimdi?

Nil gözlerini daha da büyüterek, "Tanımıyoyum amca!" dedi kızarak. Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Anlamıyoysun ya!"

"Kızımı mı kızdırıyorsun?" diyen abimin sesini duyunca Nil ile aynı anda kapıya döndük. Bana kızgınmış gibi bakarak yanımıza yürüyordu. Doğrusu, o kadın yüzünden vurulduğumda çok kızmıştı, hatta beni tartaklamıştı ama şimdi daha sakindi. Nil'in önünde eğilip onun kolunu ısırınca yeğenim az önce bana kızdığını unutup babasına gülümsedi. "Evet baba, amcamı döv."

"Utku, kendini döv, beni yorma," dedi abim, gözlerini Nil'den alamadan.

Nil'i gülümsetmek için abartılı bir tepki verip kendime şakadan bir tokat attım. Yeğenim o parıltılı mizahıyla buna gülüp kıkırdarken, abim de bana ağzının içinde cık cıkladı. "Öbüy yanağına da vursana amca."

"Kız zilli, abartma."

Uzanıp alnından öptüğümde az önce dolu görünen gözleri gülücükleriyle ışıldadı. Ancak Nil'in gözlerine bu parıltı yansıdığında abim için bir şey yaptığımı hissediyordum. Nil için ne kadar iyi bir şey yapmış olursam abim beni o kadar fazla sever, bana o kadar fazla güvenirdi.

Nil beni iterken bakışlarım rasgele koluna kaydı ve o sırada bir morluk çarptı gözüme. Eskiden kalan iz gibiydi. Morluktan ziyade yaraydı sanki. İlk kez görüyordum, ne zaman olmuştu? Korkuyla abime döndüğümde onun bana boş boş baktığını gördüm. Kalbi yokmuş gibi anlık bir bakıştı. Tabii ki abim benden de önce fark etmişti, Nil'i en ayrıntısıyla inceleyip sağlık raporu için hastanede beklemişti sonuçta. 

Nalan, "Nil," diye seslenerek içeriye girdiğinde abimle olan bakışmamız bölündü. Gergin şekilde Nil'in elini bıraktım ve Nalan onu kucaklayarak, "Çorba hazırladım sana," dedi. "Biraz iç olur mu anneciğim? Sonra amcanın verdiği çikolatalardan yersin."

Nil onun yanağına öpücükler koyup, "Oluy," dedi. Sonra hâlâ koltuğun önünde, sırtı ona dönük oturan babasına baktı. "Sen de yiyecek misin baba?"

"Birazdan kızım."

Nil, Nalan’la mutfağa geçtiğinde abimin koltuğun üzerindeki yumruğuna doğru baktım. Ben de yumruklarımı sıkmak, hatta bir yere kuvvetle çarpmak istiyordum. Abimden bana yayılan o öfke sanki tüm odayı kaplamıştı, nefes aldığımda ciğerimi düğümleyen de buydu.

"Abi," dedim ama o soracağım soruyu anladı.

Göğüskafesini iki kez acıyla sıkıştıran nefes alarak, "Belki de," dedi. "Belki de o yaptı."

"Orospu," dedim gözlerim dolarken. Hâlâ onun için neden üzüldüğümü bile bilmiyordum.

Abim bir an kafasını kaldırıp suratıma bakınca en son ağzımdan ne çıktığının farkına vardım. Beni ona hakaret etmekle suçlayacak değildi ama yine de gözlerinde...  gururunu parçalayan bir duygu yakaladım. Başını eğip dudaklarını bir iki kez konuşmak için açtı ama hiçbir sözcük çıkmadı ağzından. Olduğu yerden süratle doğrulup arkasını döndüğü gibi odadan ayrıldı, koşar gibi merdiveni çıktı.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirerek ensemi sertçe sıvazladım ve onunla konuşup konuşmamak arasında kararsızlık yaşadım. Ne hissettiğini sormayı istiyordum ama bunun hakkında konuşmayacağı aşikârdı. Karmen... sanki abimden bir şeyi daha almıştı. Nil'den başka bir şeyi. Abimin derinliklerindeki bir şeyi.

Salondan çıkıp mutfak kapısında yeğenimi izlemeye koyuldum. Sandalyeye oturmuş, annesinin kâseye koyduğu çorbayı içiyordu. Sessiz konuşmalarının birazını duydum ve Nalan'ın ona, "Karmen'in sana yaptıklarını bize söyleyebilirsin," dediğini duydum. Artık Nil'e daha fazla bunları sormamak konusunda anlaşmıştık, o bahsetmedikçe konuşmayacaktık. "Karmen seni incittiyse babana söyle, sana azla kızmayız Nil."

Nil elindeki kaşığı kâsenin içine bırakıp ellerini kucağına indirdi ve tekrar o hüzünlü, durağan ifadesine büründü. Engel olamadığım sert bir sesle, "Nalan," diye seslendim. Başını sandalyesinden arkaya çevirdi. "Pedagog, Nil'in yanında bunları konuşmamamızı söylemişti."

"Gerçekleri öğrenmeye çalışıyordum," dedi tekrar Nil'e dönüp kaşığını uzatırken.

"Yemeyeceğim anne."

"Nil, lütfen aşkım. Anneyi üzme."

Nil annesinin üzülmesine dayanamayacağı için kaşığı tekrar aldı ama bu kez gözleri dolu dolu bakıyordu. Çorbayı ağzına götürürken ağladı ağlayacaktı. Karmen'den her söz edildiğinde böyle oluyordu. Korkuyor mu, üzülüyor mu anlayamadığımız bir duyguya kapılıyordu. Çorbasını içerken yanağını ıslatan o gözyaşını gördüm ve Nalan hemen müdahale edip, "Anneciğim," dedi. "Neden ağlıyorsun?"

"Beni kimse dövmedi!" diye bağırdı bir anda ve oturduğu sandalyeden kalktı, koşmaya başladı. 

"Nil..."

Yanımdan geçerken onu yakalamayı düşündüm ama koridora çıkıp, "Baba," diye bağırınca, arkasından yavaşça yaklaştım. Sakinleştirmek için, "Nil," dedim. "Tamam, sorun yok."

"Nil, tamam, sormayacağım." Nalan da yanına geldi ama Nil ikimize de bakmadan merdivenlere döndü. Ezbere bildiği evin üst katına çıkmak için basamakları tırmanırken, yukarıdan kapı açılma sesini duydum. Abim nefes nefese dışarıya çıktı ve kendisine yürüyen Nil'i görüp onu karşılarken, "Kızım," dedi korkuyla. "Buradayım babacığım, n'oldu?"

Nil kendisini abimin kollarına attı ve abim onunla basamaktan doğrulup bize hiddetle baktı. "Nalan sürekli bir şeyler soruyordu," diye homurdandım.

Nalan alıngan şekilde bana dönerken, abim de burnundan nefes alıp vererek bize sırt çevirdi. Nil’le beraber odasına yürürken, "Sorularına cevap vermek istemediğin herkese sus demen yeterli Nil, hiçbir şey için ağlama," dedi.

Koridorda Nalan’la baş başa kaldığımızda birbirimize döndük. Abimin hayatına giren her kadına karşı sonunda çok öfke doluyordum, Nalan'dan sonra Karmen de beni hayal kırıklığına uğramıştı. İkisine de tahammülüm yoktu. Ona gözlerimi devirip salona yürüdüğümde, "Hâlâ değerim anlaşılmamış," dedi ardımdan.

"Değerinin anlaşılacağı ne oldu ki?"

"Bana karşı yanında olduğunuz o kadının yaptıkları mesela? Kimin olduğu gibi göründüğü açık değil mi?"

"N'apalım? Karmen bir yalancı çıktı diye seninle dost mu olalım?"

Söylenerek koltuğa oturdum ve elimi cebime atıp sigara paketini çıkarıyordum ki kendimi durdurdum. Artık eskisi gibi evin içinde canımızın istediği şekilde sigara içmeyecektik. Çünkü Nil geri dönmüştü. 

Gülümseyerek arkama yaslandım. Kızımız evine sağ salim dönmüştü. 

Artık onun için bir tehlike yoktu. Onu bekleyecek tehlikelerin karşısındaki tehlike bizdik.

Bir daha ne abim ne de ben bu kadar aptal olacaktık.

Ve Karmen'e inanmayacaktık.

Zaten... O da inanmamız için bir şey yapmıyordu. Neden yapacaktı ki? Umurunda değildik.

Kalbimin ne kadar kırıldığını kendimden bile saklamaya çalıştım ama sonuçta o kalp benimdi, saklayamıyordum.

"Utku, artık barış imzalayalım," dedi Nalan, içeriye girerek.

Onunla bakıştık ama sessizlik duvarlarım zedelenmedi bile. Gecenin karanlığına, yan evin bahçesine bakarak yağan yağmuru dinledim. Birazdan Nalan pes ederek kalktığında merdivende adım seslerini duydum. Abimin kapısı açıldı ve ardından kapandı.

Cidden üçü beraber mi uyuyacaktı?

Abimin buna yalnız Nil için katlanacağını biliyordum.

Saat on ikiye vurduğunda hâlâ yaşadıklarımın dehşeti yüzünden gözüme uyku girmemişti ve kararsızca elimdeki telefona bakıyordum. Ece'ye mesaj atmayı düşünüyordum ama muhtemelen çoktan uyumuştu.

Kapının çaldığını duyduğumda bu saatte kimseyi beklemediğimiz için huzursuzlanıp kalktım. Sokak kapısına ulaşınca delikten baktım ve abimin nadiren görüştüğü tanıdığını gördüm. Yanılmıyorsam adı Mert'ti. Abimin ahbapları yalnız abim istediyse bu vakitte evimizde olabilirdi.

Kapıyı açtığımda önce bir yadırgadı beni ve sonra, "Merhaba Utku," dedi. "Abinle görüşmemiz lazım, bir çağırabilir misin?"

"Merhaba abi." Onu kapıdan içeriye buyur ettim. "İçeriye geç, çağırayım."

"Eyvallah, bekliyorum."

Onu kapının önünde bırakıp arkama döndüm ve üst kata çıktım. Abimin odasına girecektim ama Nil'in odasının kapısını açık bulunca oraya baktım. Kafamı içeriye uzatınca da Nalan'ın uyumuş olan Nil'e sarıldığını, kendisinin de tavana baktığını gördüm. Abimin odasında olduklarını sandığım için şaşırmıştım. "Abim Nil’le uyuyacaktı," dedim.

Nalan gözlerini bana kaydırıp düşünceleri sesine yansımış şekilde, "Yatağında yatmamı istemedi," dedi. "O zaman ben de Nil'i alıp burada yatacağımı söyledim. Nil kabul edince de itiraz edemedi."

Anladığımı gösteren bir baş sallamayla tırtılıma baktım ve çıkıp abimin odasına yöneldim. Kapıyı çok sessizce açarken aslında biraz olsun uyumuş olmasını umut ediyordum, çünkü günlerdir gözüne uyku girmemişti. Fakat kapıyı açtığımda onu yatağının ucunda oturur vaziyette buldum. Üstelik... Omuzları öne doğru sallanıyor ve hıçkırıyordu. Bir an yanlış gördüğümü düşünecek kadar hayalperest oldum ama abim elindeki şeyi avucunun içine toplayıp titrek titrek iç çekince ağladığından emin oldum.

Neden ağlıyordu?

Gücümü onunla kaybetmiş gibi fısıltıyla, "Abi," dedim, sesim parçalanmıştı.

Abim elindeki şeyi yatağın kenarına bıraktığında bir zincir olduğunu zar zor seçtim ve elleri loş ışıkta hareket edip hızla yüzünü silerken, "Kapıyı niye çalmıyorsun?" diye kızdı.

"Özür dilerim abi," dedim hemen. Bana kızmasından daha çok bana kırılmasından korkuyordum. Zaten ona inanmayarak kırmıştım.

Yüzünü diğer tarafa çevirip genzini temizledi ve sonra, "N'oldu?" diye sordu daha pürüzsüz bir sesle.

"Abi, bana anlatsana ne yaşadığını, hiçbir şey anlatmıyor..."

"Bir şey olduğu yok," dedi. "Kızım bulundu, mutluyum ben..." eli bir daha sertçe yanağını sildi. "Çok mutluyum."

"Abi..."

"Sadete gel abiciğim."

Abime gidip sarılmayı çok istesem de onu bunaltmak istemediğimden, "Mert geldi," dedim sadece.

Bir an durduktan sonra yataktan sertçe doğruldu, yüzüme bakmadan yanımdan geçse bile saçlarımı karıştırdı. Bunu yapmasından aramızın iyi olduğunu anlayıp rahatladım ve arkasından yürüdüm.

Abim alt kata inip Mert'e yaklaştı ve onunla el sıkıştı. Sonra birlikte aralık sokak kapısının dışına çıktılar. Ensemi kaşıyarak yavaşça ilerledim ve aralıktan onlara baktım. Abimin sırtı dönükken Mert onun karşısındaydı. Yağmur hâlâ yağıyordu, Mert pek umurumda değildi ama abimin ıslanıp üşümesini istemiyordum. Başımı portmantoya çevirip abimin ceketini kavradım ve dışarıya çıkıp sessizce yaklaştım. Bir şey demeden ceketi omuzlarına bıraktım.

Mertle konuşması bölündü ve omuz hizasından dönüp bana baktı. Ağladığını bildiğim gözlerini kıpkırmızı görünce onun tahmin ettiğimden uzun süre ağladığını düşündüm. Bana göz kırpıp, "Sağ ol abiciğim," dedi.

Gülümseyerek uzaklaştım, içeriye geçtim ama sonra yüzümü tekrar aralığa çevirip konuşmalarına kulak kabarttım. Mert sigarasını içerken abime doğru, "Seni iyi görmedim," dedi. "Kızın nasıl? Telefonda iyi dedin ama sesin berbattı."

Abim Nil için, "İyi olacak," dedi.

"Tabii öyle olacaktır." Mert abimi rahatsız etmekten kaçınıyormuş gibi bunun üzerinde durmadan, "Konuya geleyim," dedi. "Benden araştırmamı istediğin şey hakkında biraz çalıştım."

Ben ne olduğunu merak ederek gözlerimi kısarken, abim de başını yerden kaldırarak karşısındaki adamla göz göze geldi. Abimi kıracakmış, daha fazla yaralayacakmış gibi hissettiğim her an ona siper olmayı istiyordum. "Sanırım doğru düşünmüşsün," dedi Mert, kötü bir haber veriyormuş gibi. "Elimde kanıt yok ama... O doktor kadını Karmen öldürmüş olabilir. Ve o yangını da senden para alabilmek için yine Karmen çıkarmış olabilir."

 

BÖLÜM SONU.